Denizotobüsüyle ulaştığımız Marmara Adası’nda, yemek sonrası ilk durağımız sahilde yanyana dizili çay bahçelerinden Altın Çocuk Rahmi’nin çay bahçesi. Rahmi’nin özelliği, ısmarladığınız içecekleri size sunarken, o anda sizin için oluşturduğu maniyi okuması. Mani okuma geleneğinin onun Giritli kökeninden gelme olduğunu öğreniyoruz. Güzel sözcükler karşısında dilimiz tutuluyor, kahveler de güzel ama, asıl sunum ve insan ilişkileri dikkatimizi çekiyor.
Kahveleri içtikten sonra Marmara gezimiz adanın dar sokaklarını adımlayarak başlıyor. Adanın eski resimlerinde görülen kilise çoktan yıkılmış, onun yanında bulunan iki ev ise korumaya alınmış. Eskiden kalan sokaklar hemen belli oluyor, taşlar aralıklı ama bozulmamış ise eski, taşlar daha sık ve yol bozuk ise yeni. Eski Rum evleri hemen dikkatleri çekiyor. Evlerin kapıları açık. Hanımlar evlerinin önünde söyleşiyorlar.
Dar sokaklarda dolaşırken, kimi bakımlı kimi bakımsız, günümüzde depo olarak kullanılmakta olan, tek katlı taş dükkanları görüyoruz. Bunlar eskiden Yahudi Tuhafiye Dükkanlarıymış. Aynı sokak, bizi adanın en güzel binasına, Lise’ye götürüyor. Lise’nin eski taş binasına arka kapıdan girilip çıkılıyor, görkemli ön kapı ise kullanılmıyor. Lise’nin ön (şimdi arka olmuş) bahçesi ise bakımsız.
Lise’den sonra İlköğretim Okulu’na doğru yürüyoruz. Okulun bahçesinin bel boyunda duvarları var. Eski resim öğretmenlerinden biri, öğrencilerine, duvarların okula bakan tarafına resimler yaptırmış, daha sonra gelen bir başka öğretmen de onların üzerine badana yaptırmış.
Biraz daha doğuya doğru gittiğimizde, eskiden düğün salonu olarak kullanılan, herhalde oralıların çoğunun düğünlerine tanıklık etmiş, eski mi eski bir binaya giriyoruz. Bu bina, bizim adada bulunduğumuz dönemde Prof. Dr. Nergis Günsenin'in yönetimindeki, Çamaltı yakınlarındaki batığı çıkarma projesi için kullanılıyordu. İçi tarihin son amforalarıyla dolu bir gemi, çapalarını ata ata batmış.
Çıkarılan parçaların geçici olarak depolandığı ikinci kata çıkıyoruz. Adaya yıllar önce bir alman gelmiş, ikinci katı sinema haline getirmiş, Bauer marka bir sinema makinası ile Marmaralılara filimler izlettirmiş, sonra makinayı da orada bırakarak “sırra kadem basmış”. Bir de üzerinde “ay” simgesi bulunan bir su tulumbası dikkatimizi çekiyor.
Akşam yemeğimiz adanın ünlü meyhanesi “Remzi’nin Yeri”nde. “Remzi’nin Yeri” küçük, ama sevimli bir meyhane. Remzi, biraz asık suratlı, sürekli sarhoş olduğu izlenimi veren, tombulca, 60’lı yaşlarda gözüken biri. Meyhanenin girişinde, kendi masası var, ona kimseyi oturtmuyorlar. Bir yandan müşteriye hizmet veriyor, öte yandan da çilingir sofrasında garsonla birlikte kafayı çekiyor. Müşteri sarhoşluğa yaklaştığında onlar da sarhoş oluyorlar. Rakılar, şaraplar tüketiliyor, balıklar, hamsi köftesi ve yerel mezeler yeniyor. Adalı dostumuz Mustafa Erbil’den, laf arasında, 2500 yıldır yapılagelen yerel meze Garos’un tarifini alıyoruz: “Kolyos balığının ciğerleri, cam kavanoza yeteri kadar tuz ile yerleştirilir. Ağzı sıkıca kapatılıp 40 gün, gün ışığı alacak bir yerde bekletilir. 40 gün sonra, biraz limon dilimi ve ada eskilerinin garos otu, rumların kolibaro dedikleri bitki eklenir. Birkaç gün sonra zeytinyağı ve sirkeyle karıştırılarak yenir”
Ertesi gün işimiz zor, sabah sekiz ile akşam sekiz arası tüm günü arkeolog, araştırmacı Nuşin Asgari’nin bize yaptıracağı arkeoloji turuna ayırıyoruz. İlk durağımız Saraylar. Saraylar adı, aynı anlamdaki Palatia’dan geliyor. Saraylar, ana caddesi darmadağan olan Marmara’nın tersine, merkezi güzel düzenlenmiş bir yerleşim bölgesi, özelliği ise, mermer ocaklarına en yakın yerleşim bölgesi olması. Güzel de bir broşür bastırmış belediye. İnsanları çok cana yakın. Dalgakıranlarla korunan yat limanı ise heykellerle donatılmış. Limanın çevresi geniş bir alan, bu alanın kenarında ise çay bahçeleri, birkaç lokanta ve oraya bakan evler bulunuyor. Oradaki en güzel ev ise iç duvarları resim dolu harika bir ahşap ev. Evin içi duvar resimleriyle dolu.
Emekli Arkeolog Nuşin Asgari tam otuz yıl önce başlamış araştırmasına. Nuşin Hanım adadaki mermer ocaklarında bulunan bitmemiş ya da hatalı olduklarından sahiplerine gönderilmemiş halde olan mermer parçalarından hareketle tarihi saptamalar yapmış. Ona göre, ada, M.S. 100 ile 600 yılları arasında altın çağını yaşamış. Neredeyse dünyanın her yerine mermerler buradan gönderilmiş. Mermerlerin ince işçiliği ise mermeri satın alanların mekanında yapılıyormuş. Nuşin Hanım, mermer sütun başlıklarının üretim şeklini de bulduğu parçalardan hareketle keşfetmiş, araştırmalarını yayınlamış. Nuşin Hanım bir de açık hava müzesi kurmuş Saraylar’da.
Özetle, Marmara Adası, tarihiyle, yapılarıyla, insanlarıyla görülmeye değer.
(Cumhuriyet, Gezi Eki, 23 Ağustos 2006)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder