4 Mart 2007

Zermatt


İsviçre'nin ünlü Buzul Ekspresi'nin batıdaki son durağı Zermatt (1,620 m. yükselti). Etrafı Avrupa'nın en ünlü kayak pistleriyle çevrili bu minik kasaba, çukurda olmasına karşın, tertemiz havasıyla dikkatimizi çekiyor trenden indiğimizde. Temiz havanın nedeni, kasabaya akaryakıt kullanan araçların sokulmaması. Zermatt'ta, taksiler elektrikli (akülü) motorla çalışıyorlar, hem gürültü yapmıyorlar, hem de çevreyi hiç kirletmiyorlar, bir de faytonları var, İstanbul'un adalarındakiler gibi, onlar da çevre dostu.

İtalya sınırı, Zermatt'tan salt 10 kilometre uzaklıkta olmasına karşın, doğa geçişe izin vermiyor. 5,700 kişinin yaşadığı Zermatt 'ın konaklama tesislerinde 6,700'e yakın yatak kapasitesi var. Bölgedeki otellerde doluluk oranı her mevsim çok yüksek, rezervasyonsuz gidilmemesi öneriliyor. Bu küçük kasabada 91 lokanta var, dağdaki lokantaların sayısı ise 40'a yakın. Evler hep ahşap, her pencereden allı morlu çiçekler sarkıyor. Bir de keçileri var Zermatt'ın, günde iki kez sokaklarını adımlayan. Bir yanda elektrikli taksiler, öte yanda, çobanları eşliğinde boyunlarında çıngrak bulunan keçiler...

Zermatt küçücük bir kasaba, ama adı, etrafındaki tepelerle ve senenin her ayı açık olan kayak pistleriyle anıldığından önemli bir merkez olmuş. Bu tepelerin en ünlüsü, Zermatt'ın güneybatısındaki Matterhorn (4,478 m. yükselti). Fransa için Eyfel, İtalya için Piza ne ise Matterhorn da İsviçre için o. Geçen Aralık ayında, Zermatt'ta açılan "Zermatlantis" müzesinde, bu sarp kayalıktan oluşan tepe konusunda bilgi ve belgeler biraraya getirildi. Afrika kıtasının, 90 milyon yıl önce bu kayalıktan koparak oluştuğu, bu müzede kanıtlanmaya çalışılıyor. Matterhorn'a ilk kez 1865'te yedi dağcı tırmanmış, aralarından dördü tırmanırken yaşamlarını yitirmiş. Bunun bir kaza mı yoksa cinayet mil olduğu hiç anlaşılamamış. Bu tırmanıştan günümüze kalan halat parçaları da müzede yer alıyor. Günümüzde Matterhorn'a tırmanmak isteyenler, 350 Frank'lık bir bedeli ödeyerek, dağa tırmanıp adlarını kütüğe yazdırabiliyorlar.

Yine son yıllarda Matterhorn'u daha yakından izlemek için, elektrikli otobüs ve teleferikle çıkılan tepede, buzul yüzeyinden 15 metre derinlikte oluşturulan Buzul Sarayı en çok turist çeken yerlerden biri. Burada buzdan heykelleri izleyebilir, şarapları tadabilirsiniz. Klein Matterhorn (3,883 m.) dağının üzerindeki gözlem platformu, Avrupa'nın, Alpler'i en yüksekten gören gözlem platformu olarak biliniyor.

İsviçre Alpler'inin en yüksek tepesi Dufourspiltze de (4,634 m.) bu bölgede.

Zermatt'ın çevresindeki kayak pistleri dört tepenin yamaçlarında yer alıyor: Sunnegga (3,103 m.), Gornergrat, Klein Matterhorn ve Schwarzsee. Toplam 313 kilometre uzunluğundaki bu pistlerde senenin her ayında kaymak mümkün.

Zermatt'tan bir de dağ treni hareket ediyor. Kremayer (iki rayın ortasında dişli üçüncü ray) destekli ray üzerinde hareket eden Avrupa'nın açık havada en yükseğe tırmanan Gornergrat treni, yolculuk sonunda Gornergrat (3,089 m.) tepesine varıyor. İsviçre Alplerinin en yüksekteki oteli bu tepede yer alıyor. Bu tepeden görülen dağ manzaraları eşsiz.

Tüm tren ve teleferik yolculuklarının sonunda başka teleferik hatları çıkıyor karşınıza. Eğer, birkaç günlük tren kartı aldıysanız, Zermatt 'ın trenlerinden bazılarına para ödemeden binmeniz mümkün. Her teleferik istasyonunda yemek yerken Alpler'i izleyebileceğiniz lokantalar kurulmuş.

Zermatt'ın çevresinde o kadar fazla görülecek yer var ki, hangisinden başlasanız, onun ardında başka yeni yerler çıkıyor karşınıza. Bir sonraki yazıda bunlardan bazılarına değinmeye çalışacağız.

Zermatt ile ilgili tüm bilmek istedikleriniz için başvurabileceğiniz adres: http://www.zermatt.ch/index.e.html
(Cumhuriyet Gazetesi Gezi Eki Sayı 71, 28 Şubat 2007)

19 Aralık 2006

Alpler’i “Buzul Ekspresi”inden Görmek


Ekspres denince, akıla “hızlı giden tren” gelir. Ekspresler, posta trenlerine göre daha hızlı giderler ve ara istasyonlarda durmazlar. Saatte 35 kilometrelik ortalama hızı olan, dünyanın en yavaş (!), ama hiç gecikmeyen ekspresi, İsviçre’nin “Buzul Ekspresi”dir (Glacier Express). Tren, İsviçre’nin güneydoğusunda, önceki yazımızda sözünü ettiğimiz St. Moritz (ve Davos) ile güneybatısında Zermatt’ı, dünyanın en güzel doğa görüntülerinin arasından geçerek birbirine bağlamaktadır. İsviçre trenleri için 4, 8, 15 ve 30 günlük alınan biletler bir rezervasyon bedeli ödemek koşuluyla bu ekspreste de kullanılabilmektedir.


“Buzul Ekspresi”ne (Glacier Express) yalnızca doğa güzelliklerini izlemek için binildiğinden, vagonlar da bu amaca yönelik tasarlanmış. Ekspres her iki yönde de sabahları hareket ederek sekiz buçuk saatlik bir yolculuk sonrası son istasyona ulaşıyor. Trene öğle saatlerinde, İsviçre yemeklerinin sunulduğu bir yemek vagonu ekleniyor ve yemek saati sonrasında bir başka istasyonda terkediliyor.

“Buzul Ekspresi”, 1930 ile 2003 arasında üç şirket (RhB, FO ve VZ) tarafından işletiliyordu. FO ve VZ şirketleri 2003’de MGB adı altında birleştiklerinden, trenin işletimi o tarihten bu yana iki yerel demiryolu şirketi tarafından gerçekleştirilmektedir: Rhaetian Demiryolları (RhB) ve Matterhorn Gotthard Demiryolları (MGB).


Demiryolu hattının uzunluğu 300 km civarında, yolculuk sekiz buçuk saat sürdüğüne göre, ortalama hız saatte 35 (!) kilometre. Buzul ekspresi bu hızla “dünyanın en yavaş ekspresi” unvanını taşımaktadır. Dünyanın bu en güzel güzergahının üzerinde 291 viyadük (köprü) ve 91 tünel bulunmaktadır, bunlar olmadan Alpler’i geçmek herhalde mümkün olamazdı. Güzergah üstündeki sanat yapılarının her biri (köprü ve tüneller) birer mühendislik harikası olarak anılmakta.


Yolculuğa deniz yüzeyinden 1775 metre yükseklikteki St. Moritz’den, doğal güzellikleriyle ünlü “Albula Hattı”nı geçerek başlayan ekspres, 80 kilometre sonra deniz yüzeyinden 585 metre yükseklikteki Chur’a inmektedir. Albula Hattı’nın en büyük özelliği, bu inişi sağlayabilmek için birçok yerde helezona benzer yapıya sahip olmasıdır. Bu hattın sonundaki Filisur’da, Davos’tan ve St. Moritz’den gelen hatlar birleşmektedir. Filisur’dan sonra yakınındaki şatolarla ünlü Reichenau ve Disentis’e ulaşılır. Hattın Disentis’den sonraki dik eğimli bölümü için bulunan çözüm ilginç: İki rayın arasında tam ortada “kremayer” adı verilen özel dişli üçüncü bir ray döşenmiş, trene hattın bu bölümünde katılan özel lokomotifler bu dişli rayın üzerine oturan dişli tekerlekleri aracılığıyla rampaları rahatça inip çıkabiliyorlar. Tren, bu dik rampadan sonra 2033 metre yükseklikteki Alpler’in en yüksek geçitinden geçerek havanın her mevsim soğuk olduğu Andermatt’a ulaşmaktadır. Andermatt, Avrupa’nın deniz yüzeyinden en yüksek tren istasyonudur. Andermatt’ı geçer geçmez karşımıza çıkan ve 1982’de tamamlanmış olan Furka-Basis tüneli, trenin kışın da işletilebilmesine olanak sağlıyor. Tren Rhone vadisinde inişe geçerek Brig’e, deniz yüzeyinden 650 metre yükseklikteki Visp’e ve yeniden yükselti kazanarak 1600 metre yükseltideki Zermatt’a ulaşır.

Lokomotiflerin düdük sesi, bizim tarihe karışan buharlı lokomotiflerinkiyle aynı. İnsan kendini buharlı lokomotifin çektiği bir trende hissediyor.


Yolcular sekiz buçuk saat boyunca, Alpler’in en güzel manzaralarını izliyor: Bir yanda karlı dağlar, öte yanda çayırlar, çalılıklar, onların arasından daima gümüş renginde akan “deliçaylar”, bir anda karşınızda beliriveren şelaleler, minik ama özenle yapıldığı belli olan köy istasyonları, pencereleri çiçeklik dolu ahşap evler, üzerinden zevk ve heyecanla geçilen viyadükler, hemen onun ardından girilen tüneller... Rampa çıkarken ya da inerken gözlenen görüntüler ise apayrı bir tad veriyor yolculara.

İnsan bir tren yolculuğu yapmak için, İstanbul’dan uçağa binip İsviçre’ye gider mi? Gider. İşte biz bunu yaptık. Bu bahaneyle de ülkenin birçok kentini gördük. Tren turizmi ülkemizde yok gibi, keşke bizde de “Pamukkale”, “Güney”, “Van Gölü” ve “Doğu” ekspresleri bu görüşle çalıştırılsalar...

(Cumhuriyet Gazetesi'nin Gezi Eki Sayı 61, 20 Aralık 2006)

5 Aralık 2006

Tiyatro'da Sigaraya Hayır

Sevgili dostlar,

Sahnelerde sigara propagandasına son verilmesi için başlattığım kampanyaya desteklerinizi bekliyorum. Tiyatro Dergisi yönetmeni Sayın Mustafa Demirkanlı, bana ilk desteği verdi, ona teşekkürlerimi sunuyorum.

Sevgi ve saygılarımla,
Aydın Ergil

Bu makalenin bulunduğu diğer siteler:
1. Tiyatro Dergisi
2. Tiyatro Dünyası

Tiyatro ve Sigara: Yönetmenlere Çağrı

Tiyatro, bir dildir, hem de en güçlüsünden. Bu yüzden, ondan korkanlar, ondan kaçınanlar, ona karşı olanlar, onu yasaklayanlar, onu karalayanlar hep olur. Aynı diğer diller gibi, tiyatro da iletişime, çoğu kez de tek yönlü düşünce iletimine yarar.

Bu yılın yalnızca ekim ve kasım aylarında izlediğim 25 oyundan 15'inde sahnede sigara içildi. Hele oyunlardan biri "fuayede" (tiyatronun 4 masa sığabilen kafeteryasında) oynanıyordu, oyuncuların sürekli sigara içmelerine, 50 dakika bile sigaradan uzak kalmaya dayanamayan izleyiciler de katıldı, tiyatro, sigarayı içmeyen, onu sağlığı için risk olarak gören diğerlerine "cehennem" ortamı yarattı.

Bu 15 oyundan herbirindeki sigara içme sahnesini tek tek düşündüğümüzde bunlardan hiçbirinde sigaranın anlatıma bir katkısının olmadığını, oyun yazarının, yönetmeninin "tahminlerinin" tersine oyun karakterlerinin, sigara içmeyenlerin gözünde küçüldüğünü görüyoruz. Bir başka deyişle, yönetmen oyunculara başkalarının yanında sigara içirerek, ona bir kimlik kazandırıyor, bu kimlik gerçekten o karakterin taşımasını istediği kimlik mi? "Güçlü" yönetmen ve "güçlü" oyuncu ikilisi, anlatılmak istenen düşünceyi vermek için sigara gibi araca gereksinim duyacak denli "güçsüz" mü? O sigara içme sahnesi gerçekten gerekli mi? Eğer bir insanın düşünmekte olduğu izlenimi sigara ile veriliyorsa sigara içmeyenler, "düşünmeyen" insanlar mı?

Bu yıl, gençlerin tiyatroya ilgisi geçen yıllara oranla daha fazla. Sigaraya eğilim ise genç yaşlarda ortaya çıkıyor. Sahnede belirli bir ruhsal konumda ya da sürekli olarak sigara içen "karakteriyle", oyunun yönetmeni gençlere, sigaranın açık propagandasının yaptığının ayırdında mı? Sigara içmeden "aydın" olunamaz mı, düşünülemez mi? Sigara içmeyen bir oyuncunun rol gereği sigara içmek zorunda bırakılması bir suç değil mi? Sigaradan rahatsız olan, onu yaşamı için risk olarak gören izleyicileri yok saymak yönetmenlerimize "yakışıyor" mu?

Türkiye'de yılda 117 bin kişi sigara yüzünden ölüyormuş. Bir başka deyişle, Türkiye'de bu yüzden her 5 dakikada bir kişi ölüyor. En yakın dostlarımız sigara içmelerinin bedellerini bacaklarını, yüreklerini, yaşamlarını feda ederlerken, çağın en büyük ölüm nedenini hiçe saymak mümkün mü?

Tüm yönetmenleri sahnede sigara içim sahnelerini oyunlarından kaldırmaya çağırıyorum.

Aydın Ergil
aydinergil@yahoo.com

13 Ekim 2006

Heidi'nin Kenti St. Moritz


Bir ülkeyi tanımanın en güzel yollarından biri de tren yolculuğu. İsviçre, turistler için, 4, 8, 15, 22 ve 30 günlük tren biletleri geliştirmiş. Bu biletlerden birini aldığınızda o süre içinde ek bir ücret ödemeden dilediğiniz kadar tren yolculuğu yapabiliyorsunuz. Biz de, Zürih’ten başladığımız yolculuğa önce Chur’da ara verip sonra her mevsim cazibesini koruyan St. Moritz’e vardık.

İsviçre’nin Graubünden kantonunun Engadin bölgesinin incisi St. Moritz, Alpler ile kendi adını taşıyan gölün birleştiği yamaçta, deniz yüzeyinden 1856 metre yükseklikte kurulmuş. Kentte konuşulan dil Almanca. Her yılın ortalama 322 gününün güneşli geçtiği St. Moritz’de yılın her gününde zevkle yapacağınız bir etkinlik mutlaka var. Yazın binicilik, dağcılık, golf, yelken, yürüyüşler, kışın kış sporları, ilkbaharda doğanın uyanışı, sonbaharda ise en güzel doğa görüntülerini gözleme, her mevsim sanat etkinlikleri, ne isterseniz var. Örneğin, doğal güzellikler arasında yürümek istiyorsanız, 600 km’lik yürüme yolu sizin için hazırlanmış. “Heidi’nin Çiçekleri Yolu” ve “Filozoflar Yolu” en güzel yürüme güzergahları. Thomas Mann boşuna yazmamış “Engadin, dünyada gidilebilecek en güzel yer. Ben basit bir mutluluktan söz etmiyorum, orada mutlu olduğumu düşünüyorum.” diye.

St. Moritz’in nüfusu 5,600 otellerdeki yatak sayısı ise 5,700. Bir o kadarda diğer konaklama tesislerinde var. Özetle her St. Moritz’li başına iki turist yatağı düşüyor. Kente yılda 250,000 turistin geldiği saptanmış.


Kış sporları denince, St. Moritz ilk akla gelen kentlerden. İlk Avrupa Buz Pateni yarışması 1882’de St. Moritz’de yapılmış. 1928’deki Kış Olimpiyatları St. Moritz’de düzenlenmiş. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki ilk kış olimpiyatları da 1948’de St. Moritz’de yapılmış. St. Moritz, dünyada iki kez kış olimpiyadı düzenlenen üç kentten (diğerleri Insbruck ve Lake Placid) biri. Uluslararası kış sporları etkinliklerinin çoğu günümüzde de St. Moritz’de gerçekleşmektedir.

St. Moritz kenti iki bölümden oluşuyor: Bad ve Dorf. Kaplıcalı oteller daha çok Bad bölgesinde, göle yakın mahalleler ise Dorf bölgesinde yer alıyor. Etrafı ise genç Alplerle çevrili. Dağları yaz kış erişilir hale getirmiş İsviçreliler.


Eski ve yeni mimari yapılar birarada St. Moritz’de. İlk dikkati çeken büyük eski bina beş yıldızlı Badrutt’s Palace Oteli. Üst katlara çıktıkça genişleyen bir yapıya sahip. Kardan daha az etkilenmesi için dik çatılı, balkonları da kırmızıya boyanmış. 1856’da açılan otel bu yıl 150. yaşgününü kutluyor. O tarih İsviçre’de kış turizminin başlangıcı olarak da kabul ediliyor.

St. Moritz ve çevresi, 3000 yıldır çeşitli amaçlarla değerlendirilen şifalı su kaynaklarıyla ünlü.

Yılın her mevsimine yayılan tiyatro, opera ve jaz festivalleri birçok ünlüyü biraraya getiriyor. Konaklama ve yiyecek açısından ise, St. Moritz, Zürih ve Cenevre gibi büyük kentlere göre daha ucuz.


St. Moritz, aynı zamanda bölgedeki en önemli merkez, Alpler’in toplam 350 km. uzunluğundaki en güzel kayak pistlerine, İsviçre’nin en ünlü sağlık merkezlerine, St. Moritz’den kalkan teleferiklerle ya da trenlerle ulaşıyorsunuz. Başka bir yazıda söz edeceğimiz Buzul Ekspresi’nin (Glacier Express) ve Bernina Ekspresi’nin bir hareket noktası da St. Moritz.



Chantarella’ya çıkan “füniküler”e binmek ise St. Moritz’e tepeden bakmanın en güzel yollarından biri. Avrupa’nın deniz yüzeyinden en yüksek havaalanı olan Engadin Havaalanı, St. Moritz’e 5 km. uzaklıkta, bu nedenle buraya Avrupa’nın çatısı da deniyor.

Müze gezmeyi severseniz, Alpler’deki yaşamdan kesitleri bulacağınız Engadin müzesini, yaşamının son beş yılını o bölgede geçiren ressam Giavanni Segantini Müzesini, ressam Mili Weber’in evini, Albana Avcılık Müzesini ve ressam Peter Robert Berry Müzesini kaçırmamalısınız.

St. Moritz, küçük ama dünyanın en güzel kentlerinden biri. Kentin güzelliğini karşıdan görmek için gölün karşısına doğru yürümeniz yeterli. Eğer internet erişiminiz varsatüm bu güzellikleri görebileceğiniz adres: http://www.stmoritz.ch/

İsviçre’nin en büyük kenti Zürih’te başlayan Güney İsviçre yolculuğumuzda, İsviçre’nin en eski kenti Chur’dan sonraki durağımız St. Moritz’di. Gezimizin tümünü trenle yapmaya karar vermiştik. Dünyanın doğal güzelliklerini görmek amacıyla binilen trenlerinin başında gelen Buzul Ekspresi (Glacier Express) bir sonraki yazımızın konusu olacak. Eğer siz de benzer bir güzergahı izlerseniz, St. Moritz’e en az birkaç gün ayırmanızı öneririm.

(Cumhuriyet Gazetesi'nin Gezi Eki Sayı 52, 18 Ekim 2006)

12 Ekim 2006

Zürich'ten Chur'a



Avrupa’nın tam ortasında, dağlar, buzullar, göller, akarsular, kanyonlar ülkesi İsviçre’de trenle yapacağımız gezimize Zürih’den başlamaya karar veriyoruz. İsviçre, tren ile yolcu taşımacılığının en iyi yapıldığı ülkelerden biri. Trenler İsviçre’de her zaman tarifedeki saatlere uyuyor.

Bir Avrupa haritasını karşınıza aldığınızda, Zürih, sayfanın tam ortasında yer alır. Zürih, kendi adını taşıyan ince uzun gölün kuzey ucunda kurulmuş. Limmat nehri göle Zürih’ten dökülürken kenti ikiye bölüyor. Milat’tan önce 15. yüzyılda kurulduğu söylenen İsviçre’nin en kalabalık nüfuslu kenti Zürih’in günümüzdeki nüfusu 366 binden fazla. Kentte konuşulan dil Almanca. Zürih, 2006’da, “yaşam kalitesi” açısından 39 ölçüt kullanılarak yapılan karşılaştırmada 215 kent arasında beşinci kez birinci olmuş. İsviçre Avrupa Birliği’ne üye değil, para birimi de İsviçre Frangı, 1Avro 1,5 Frank değerinde.

Kent, tarihi binalar ile donanmış. Geriye kalan alanlar da ya park ya da “bitişik nizam” cumbalı eski binalar. Eski binaların cumbaları üzerinde özenle yapılmış süsler bulunuyor. Kent merkezinde yükselen üç kilise: neredeyse her yerden görülebilen Grossmünster, saat kulesindeki vitraylı camı Marc Chagal tarafından yapılan Fraumünster ve Zürih’in en eski kilisesi St. Peter. 8,7 metre çaplı Avrupa’nın en büyük duvar saati St. Peter kilisesinin kulesine 1534’de takılmış.


Limmat nehrinin doğu kıyısında yalnızca yayalara açık olan Niederdorf sokağı akşamları bizim Ortaköy’dekinin benzeri bir yaşama kavuşuyor, bir yanda müzisyenler, ressamlar, öte yanda kahveler, lokantalar, barlar. Bu sokakta yürürken, onu kesen Spiegelgrasse’yi bulursanız, o sokakta 14 numarada Lenin’in kaldığı evi de görmeniz mümkün. Bu sokağın sonunda karşınıza Grossmünster çıkıyor. Biraz daha yürürseniz karşınıza Opera binası çıkıyor. Nehirin batı kıyısı ise kentin mali kuruluşları ile ticaret merkezlerini barındırıyor.

Kentte 50’den fazla müze var, gar binasının karşısında bulunan Ulusal İsviçre Müzesi, aralarında en ünlü olanı. Tüm kentiçi ulaşım araçlarında geçerli olan 24 saatlik ve 72 saatlik Zürih kartları müzelere de ücretsiz giriş hakkı veriyor.

Avrupa kentlerinde tren istasyonları mutlaka görkemli binalardadır, Zürih Garı da onlara tipik bir örnek. Günde 1,900 trenin geldiği kente başka ne “yakışır” ki!.. Kentiçi ulaşım, her zaman saatinde gelen tramvaylar ve otobüsler ile gerçekleşiyor. Ulaşım araçlarının hep saatinde hareket etmesi, insanların buluşma saatlerine özen göstermesi ve dünyanın en ünlü saatlerinin İsviçre’de yapılması raslantı değil mutlaka.


Bir de, gölde küçük vapur ve motorlarla ulaşım var. Bu vapur ve motorlarla yapılan yolculuklarda kenti ve çevresini gölden görmek çok hoş oluyor. Zürih’in kent merkezindeki dar sokaklarda yorulanlar için göl yolculuğu ilaç gibi geliyor.

İsviçre’nin ulusal yemeği “fondü”. Dört tür peynir, beyaz şarap, İsviçre içkisi kirş, mısır unu sarmısak ve limon suyu bir tencerede eritilip kaynamasına izin verilmeden bir ispirto ocağının üstünde yemek masasına taşınıyor. Uzun saplı iki dişli çatalların ucuna takılan küçük ekmek parçacıkları bu eriyiğin içine batırılarak yeniyor. Fondünün de lokantaya ve yöreye göre birçok türü, etlisi, tavuklusu var. Söz yemekten açılmışken, yine peynir parçalarına bulanmış ızgara et olan “raklet” de İsviçre’nin en ünlü yemeklerinden. Her ünlü yemeğin altından mutlaka peynir çıkıyor. Ünlü Gravyer peynirinin de kökeni İsviçre.

İsviçre’ye gitmeden, Internet’te oradaki genel helaların yerlerini ve açık olduğu saatleri görebiliyorsunuz, “genel helalarla” ilgili web sitesi bulunan başka bir ülke duymadık. (Bkz. http://www.plaene-zuerich.ch/ZueriWC/viewer.htm )

Zürih’ten bir buçuk saatlik bir tren yolculuğundan sonra geldiğimiz yer, Zürih’in güneydoğusunda tüm yolların birleştiği ya da ayrıldığı yerde bulunan Chur (“khur” şeklinde okunuyor). Chur, Almanya’nın en ünlü su yollarından biri olan Ren nehri ile Plessur çayının birleştiği yerde Milattan 5000 yıl önce kurulmuş, İsviçre’nin en eski kenti. Yapılan kazılarda Milattan Önce 11,000 yıl öncesine ait paleolitik çağ bulgularına raslanmış. Günümüzde 35,000 kişinin yaşadığı Chur, Graubünden kantonunun başkenti. Parke taşından sokakları bize eski İstanbul sokaklarını anımsatıyor. Bir yanda coşkuyla akan Ren nehri, öte yanda Calanda tepesi, mimari yapısını korumuş, tertemiz bir kent Chur, doğa ile insan uyumuna en güzel örnek.

Chur, İsviçre’nin en güzel kentlerinden biri, genellikle büyük kentlere yönelen turistler bu küçük kentlerin güzelliklerini kaçırıyorlar. Bir sonraki durağımız yaz, kış turist çeken St. Moritz olacak.

(Cumhuriyet Gazetesi'nin Gezi Eki Sayı 49, 27 Eylül 2006)